24 Mart 2010 Çarşamba

AKLA DAVET


Şüphesiz, mü'minler için göklerde ve yerde ayetler vardır. Sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı canlılarda kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır. (Casiye Suresi, 3-4)


Materyalist ve ateist literatüre baktığınızda, din ve akıl kavramları arasında ısrarla bir ayrım yapılmaya çalışıldığını görürsünüz. Vermek istedikleri imaj, dinin sadece bir takım önkabullere dayandığı, aklını kullanan insanların ise bu önkabulleri aşmış kimseler olduklarıdır.

Oysa bu son derece ucuz bir aldatmacadır. Temelinde ise cahillik yatar.
Çünkü akıl ve din arasında bir ayrım olamaz. Aksine din, akıl sayesinde anlaşılabilen bir gerçektir. Öyle ki dinin gerçek kaynağı olan Kuran, dinin temelinin akıl olduğunu haber verir. Kuran'a göre, dine inanan insanların özelliği akıl sahibi olmaları, inkar edenlerin özelliği ise akledememeleridir. Yüzün üzerinde ayette de, insanlar akıllarını kullanmaya, düşünmeye davet edilirler.

Peki bu düşüncenin yöntemi nedir? Kuran, neyin düşünülmesini istemektedir?
Kuran, insanlardan, karşılaştıkları olayların nasıl ve neden olduğunu düşünmelerini ister. Gerçek din, ancak bu düşünceden doğar.

Örneğin bir çiftçi, toprağa tohum eker ve bu tohumun bir süre sonra topraktan fışkırıp güçlü bir ekin haline geldiğini görür. Eğer bunun nasıl ve neden olduğunu düşünürse, şahit olduğu olayın olağanüstülüğünü anlayacaktır. Çünkü kuru bir tohumun toprağa atılır atılmaz canlanması, büyümeye başlaması, etrafındaki topraktan kendisi için gerekli olan maddeleri ayrıştırarak alması, güneşin ne yönde olduğunu bilmesi ve sert toprağı yararak o yöne doğru ilerlemesi, sonra da gür bir biçimde büyüyüp insanlara lezzet ve sağlık verecek bir ürün yapması, sıradan bir şey değildir. Tohum bilinçli bir varlık olmadığı halde, çok büyük bir bilinç ve akıl gerektirecek bir iş yapmaktadır. Dolayısıyla birisinin bu tohumu bu iş için "programlamış" olması gerekir.

İşte Kuran'ın bize gösterdiği düşünce yöntemi budur: Gözümüzle gördüğümüz evrenin nasıl işlediği üzerinde düşünmek ve tüm bu işleyişin ardında bir Yaratıcı'nın var olduğunu anlamak. Vakıa Suresi'nde ardarda sorulan aşağıdaki sorular, insanı bu düşünceye yöneltmek amacını güder:

Şimdi ekmekte olduğunuz (tohum)u gördünüz mü? Onu sizler mi bitiriyorsunuz, yoksa bitiren Biz miyiz? Eğer dilemiş olsaydık, gerçekten onu bir ot kırıntısı kılardık; böylelikle şaşar-kalırdınız... (Vakıa Suresi, 63-65)

Eğer insan bu gerçekler üzerinde düşünmezse, dünyanın başıboş ve sahipsiz bir biçimde işlediğini sanmaya başlar. İnsanların tesadüfen bu dünyaya geldiklerini, tesadüflerle yaşayıp yine tesadüflerle öldüklerini zanneder. Bu bilinçsizlik içinde kısa süre içinde Allah'ın varlığını dahi inkar edecek hale gelir. "Eğer evren tesadüflerle işliyorsa, ilk ortaya çıkışı da tesadüfen olmuş" diye düşünür. Eğer bir de ateizmi bir inanç haline getirmiş olan bir kaç bilimadamının, özellikle de ateşli bir Darwinist'in sözlerini de bir yerden öğrenirse, içine düştüğü cahilce durumu büyük bir akılılık sanmaya başlar.
Bunun nasıl bir cahillik ve akılsızlık olduğunu açıklayabilmek için bir örneğe başvurabiliriz. Bir ev akvaryumu düşünün. Diyelim ki bu akvaryumda bir düzine küçük balık yaşar ve akyarvumun sahibi de onları özenle besleyip büyütür. Akvaryumun sahibi her gün düzenli olarak onlara yemlerini verir, suyu belirli bir ısıda tutar, suyun havalanması ve filtrelenmesi için motorlu bir pompa çalıştırır. Hastalıklara karşı suya antiseptik ilaçlar atar. Dahası, akvaryumun balıkların doğal ortamına benzemesi için kumlarla, kayalarla ve deniz bitkileriyle süsler.

Kuşkusuz böyle bir durumda balıkların yaşamasını sağlayan kişi, akvaryumun sahibidir. Çünkü akvaryumdaki hayat onun müdahale ve düzenlemeleri ile sürmektedir. Eğer bu sistemi bir kez başıboş bırakırsa, balıklar açlıktan, havasızlıktan, soğuktan ya da çeşitli hastalıklardan öleceklerdir. Yani balıkların içinde yaşadıkları dünya "başıboş" değildir.
Oysa balıklar bunu anlayamazlar, çünkü bunu anlamak için gerekli olan akla sahip değildirler. Her gün, içinde yüzdükleri suyun yüzeyinde düzenli olarak yemlerinin belirdiğini görürler ve bunları yerler. Ama hiçbiri bu yemlerin nasıl olup da suyun üstünde oluştuğunu düşünmez. Bu noktadan yola çıkarak gerçekte kendilerini besleyen bir sahipleri olduğunu farketmez. Çünkü balıklar birer hayvandırlar ve hayvanların bu tür bir muhakeme yetenekleri yoktur. Olayların nasıl ve neden öyle olduklarını düşünüp, sonra da Yaratıcı'yı kavrayacak bir akla sahip değildirler.

İşte Allah'ı inkar ederek yaşayan insanların durumu da, akvaryumdaki balıklara benzer. Onlar da içinde yaşadıkları dünyanın ve sahip oldukları bedenin nasıl ve neden var olduğunu düşünmezler. Sadece yer, içer ve gezerler ama "bunları kimin sayesinde yapabiliyoruz" diye hiç düşünmezler. Nitekim bu akılsızlıkları nedeniyle Kuran onların hayvanlarla aynı boyutta olduklarını haber vermektedir. Onlar akletmezler, sadece "metalanırlar ve hayvanların yemesi gibi yerler". (Muhammed Suresi, 12)

Bu boyuttan kurtulmanın yolu ise, Kuran'ın ısrarla vurguladığı gibi, akletmek, Allah'ın delilleri üzerinde düşünmektir. İlerleyen sayfalarda bunu yapacak ve Kuran'ın insanları üzerinde düşünmeye davet ettiği bazı delilleri inceleyeceğiz.

EVRENDEKİ DÜZEN


Kuran'a baktığımızda, göklerin ve yerin yaratılmasıyla ilgili ayetlerde sık sık "düzen" kavramının vurgulandığını görebiliriz. Allah'ın gökleri yaratışından söz edilirken "göğe yönelip (istiva edip) de onları yedi gök olarak düzenleyen O'dur" denir. (Bakara, 29) Bir başka ayette, "güneşi ve ayı emre amade kılmıştır, her biri adı konulmuş bir süreye kadar akıp gitmektedir; işte bunları yaratıp düzene koyan Allah sizin Rabbinizdir" (Fatır, 13) diye yazılıdır. Bir ayette şöyle denir:

Yaratmak bakımından siz mi daha güçsünüz yoksa gök mü? (Allah) Onu bina etti. Boyunu yükseltti, ona belli bir düzen verdi. (Naziat Suresi, 27-28)

Bu ayetlerden anlaşıldığına göre, gökyüzünde gözlemlenebilir bir düzen vardır ve bu düzen de evrenin Allah tarafından yaratılmış olmasının sonucudur. Gökcisimleri gelişigüzel, tesadüfi, başıboş bir biçimde dağılmamışlar, bir düzene göre yerleştirilmişlerdir. Nitekim bir ayette, "güneşi ve ayı emre amade kılmıştır, her biri adı konulmuş bir süreye kadar akıp gitmektedir" (Fatır Suresi, 13)ifadesiyle, gökcisimlerinin düzenliliğine işaret edilir.

Gökyüzünü gözlemlediğimizde, gerçekten de büyük bir düzenlilik görürüz. En büyük gökcisimleri olan yıldızlar, tesadüfi bir dağınıklık içinde değil, galaksiler adını verdiğimiz ve somut bazı şekillere sahip olan gruplar içinde yer alırlar. Galaksiler yine düzenli galaksi grupları oluştururlar. Bunları ilerleyen bölümlerde inceleyeceğiz.

Önemli olan ise, bu düzenliliğin nasıl ortaya çıktığıdır. Eğer evren Big Bang ile var olmaya başladıktan sonra hiçbir bilinçli müdahale ile düzenlenmeseydi, böyle bir düzen de oluşamazdı. Maddeyi ortaya çıkaran Big Bang'in ardından atomların oluşması, dahası evrendeki tüm atomların aynı dizilime ve yapıya sahip olması da mümkün olmazdı. Ortaya sadece kaos, karmaşa ve düzensizlik çıkardı. Oysa atomlardan galaksilere kadar herşeyde bir düzen gözlemlenmektedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder